Aşk Hormonal Bir Durum Mu?

Kişisel Gelişim

“Bir tür feromon alışverişi”… Aşkın en etkileyici tarifi olmayabilir ama bilim insanları son zamanlarda onu bu şekilde tanımlama eğilimindeler. Buna göre, bir gönül meselesi ya da kalpten kalbe giden gizli yol değil artık aşk. Doğrusu bilim adamları aşkın insan bedenindeki başkentinin kalp değil beyin olduğu konusunda hemfikir.

Feromonlar iş başında

Feromon denen şey de ne ola ki? “Bir canlı türüne ait bireyler (örneğin insanlar) arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen  kimyasallar” diye tanımlanıyorlar. ‘Hormon kokusu’ demek uygun olu mu bilinmez, ama feromon denen bu kimyasal maddeler, salgılanan bir hormonun, koku yoluyla bir başka birey üzerinde etkili olmasını sağlıyor kabaca. Tabii feromonların tek marifeti aşk değil. Ama insanları birbirine aşık etme işi, Eros’tan filan değil, bu feromonlardan soruluyor belli ki.

Aşk, şiirin ve romanın değil de psikoloji ve biyokimyanın bir konusdur demek pek etkileyici olmayabilir ama günümüzde eğilim o doğrultuda. Aşk bir kimya, daha doğrusu bir biyokimya meselesi. Bu ‘hormonal’ aşk yorumunun öncülerinden biri de Helen Fisher adlı bir profesör. Onun bir teorisi var.  Fisher aşk olgusunu incelerken aşkın üç evresinden söz ediyor ve bunları şu şekilde sıralıyor:

Birinci Aşama: Arzu Tramvayı

Profesör Fisher’in yaklaşımına göre aşkın birinci aşaması “Arzulama”. Hah, nihayet kimya laboratuvarından çıktık ve aşkı olması gereken yerde aramaya başladık diye düşünebilirsiniz. Ama acele etmeyin, çünkü profesörümüz bu aşamayı şiirsel cümlelerle ele almıyor. Ortada romantik komedi tadında bir durum yok yani. Ona göre bu aşamayı yöneten unsurlar ne gözler, ne dudaklar ne de kıpır kıpır eden minik kalplerimiz. Hayır, iki hormon egemen bu aşamada. Belki tahmin etmişsinizdir: Testesteron (erkeklik) ve östrojen (kadınlık) hormonları. İşleri ise, sevişme isteği uyandırmak.

İkinci Aşama: Sadece Sen Varsın

Teoriye göre ikinci aşamanın adı “çekim”. Kişi, karşısındaki kişiye giderek daha çok “çekildiğinden” olsa gerek. Ama aslında bu aşamanın tipik davranışı, aşık olunan kişiden başka hiç kimseyi ve hiçbir şeyi gözün görmez olması. Dünyada sadece o varmış gibi hissetme aşaması bu. Peki kişi bu aşamaya elini kolunu sallayarak, özgür iradesiyle, herhangi bir hormonun etkisi olmadan mı giriyor? Tabii ki hayır! Bu aşamanın da kendi hormonları var. Dopomin, noropinerfrin, seretonin (doktorların işi zor, bu isimleri nasıl ezberliyorlar acaba?) Neyse, işte asıl “aşık olma!” hissi tam anlamıyla burada ortaya çıkıyor. En azından, teoriye göre öyle.

Üçüncü aşama: İyice Bağlandım Sana

Bu aşamanın hormonu da ayrı. Adı da en az öncekiler kadar afili: Oksitosin. Bu hormon daha çok orgazm sırasında salgılanıyor ve eşler arasındaki bağlılık duygusunu ateşliyor. Bu aşama, söz konusu profesöre göre aşk olgusunun doruk noktası ya da “gerçek aşk”. Cinsellikle derin sevginin sınırlarının bulanıklaştığı bir alan olarak tarif edebiliriz belki bu aşamayı.

Peki bütün bunların amacı ne?

Güzel bir soru. Bütün bu karmaşanın altında yatan sebep, tabii bilim insanlarının iddiasına göre, insanlardaki soyu sürdürme içgüdüsü. Yani insan türü de diğer canlı türleri gibi varlığını sürdürmek için bir takım önlemler alıyor ve aşk işte tam da bunun için var. Tabii bütün o şarkılar, şiirler, gözyaşları, sevgi sözcükleri, dedelerimizle ninelerimizin birbirine yolladığı ucu yanmış mektuplar ve… evet bütün o hormonlar ve feromonlar kokteyli de.

 

EVLİLİK

Bu yazı ilginizi çektiyse bunu da okumak isteyebilirsiniz.


Tagged

2 thoughts on “Aşk Hormonal Bir Durum Mu?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir