Sinoplu Diogenes, ya da daha bilinen söylenişle; Diojen. Kinizm adı verilen bir felsefe anlayışı geliştirmiş antik çağda. Diyojen, “Mal, mülk, bunlar geçici şeyler, önemli olan insanın kendisini tanıması, bütün dünyasal bağlardan arınarak bilgeleşmesi” diye düşündüğünden, sokakta, bir fıçının içinde yaşarmış. Bir filozof ve öğretmen olarak ünü dünyaya yayılmış olacak ki, zamanın en güçlü imparatoru, muzaffer komutan Büyük İskender, gerçek adıyla Aleksandros, Sinop’tan geçerken bu adamı görmek, onunla tanışmak istemiş. Ne büyük onur değil mi?
Ama Diojen galiba pek öyle düşünmemiş. Başka insanlar İmparatorun önünde el pençe divan dururken, Diojen hiç istifini bozmamış. Ayağına kadar gelen Büyük İskender karşısında, fıçısından çıkmaya bile tenezzül etmemiş.
Dile Benden Ne Dilersen!
Aralarında geçen diyalog tam olarak nasıl gelişti bilinmez ama İskender’in filozofa böyle bir söz söylediği, Diojen’in de, yattığı yerden, “Güneşimi kapatıyorsun, önümden çekil” anlamında bir cevap verdiği söylenir. Ne kabalık! Ne büyük küstahlık! Koca imparator sana ihsanda bulunmak istiyor, senin ettiğin lafa bak!
Gölge Etme Başka İhsan İstemem
Türkçeye vaktiyle böyle, aruz vezniyle çevrilmiş bu cevap: “Gölge etme, başka ihsan istemem!” Bugün de bazen bir deyim olarak Türkçede kullanılır. Hatta Sezen Aksu’nun eski bir şarkısında bile geçer: “Haydi artık çek git yoluna bıkmışım dertten / Gölge etme başka ihsan istemem senden!”
Evet ama Diojen niye böyle, görünüşte küstahça bir cevap veriyor İskender’e? Tamam filozofsun, tamam parada pulda, ihsanda, lütufta gözün yok, krala bile ‘eyvallahın yok’, anladık. Ama bu kadarı da biraz kibir olmuyor mu Diyojen!?
Belki de kibir değil
Son zamanlarda bu hikâyeye başka bir açıdan bakmaya başladım. Belki de Diojen krala üst perdeden bir cevap verme derdinde değildi. Belki de o, alçakgönüllü ve saygılı bir biçimde, kraldan bir ihsan istiyordu. Ama öz saygısı da olan biri olduğundan, karşılık olarak o da krala bir hediye veriyordu. Çam sakızı çoban armağanı derler ya; bir hayat öğretmeninin vereceği armağan da hayatla ilgili bir ders olabilir ancak. Belki de Diojen tam da bunu yapıyordu.
Öyle ya, İskender Diojen’in ayağına niçin gelmiş olabilirdi? Eğer onda olup kendisinde olmayan bir şey istemek için değilse!
Sen, Aleksandros!
Sen bugün için dünyanın en güçlü, en zengin adamısın. İstediğin hemen hemen her şeyi yapabilir, istediğin kişiye istediğin kadar mal-mülk, para bahşedebilirsin. İstersen Sinop kentini bile bana armağan edebilirsin. İstersen beni bir sözünle general ya da vali yapabilir ya da beni astırabilirsin. Güçlü ve zenginsin.
Ama zayıf ve yoksul olduğun bir konu var: Gölge etmemek! Kendini ve gücünü, zenginliğini ortaya koymadan, karşındakini ezmeden onunla konuşabilmek. Zenginliğinden güç almadan, herkes gibi bir insan olarak ilişkiler kurabilmek. Ben bu fıçıya bile bağımlı değilim ama sen koskoca bir imparatorluğa, uçsuz bucaksız mülklere, saraylara, dünyanın en güçlü ordusuna ve balon kadar şişkin bir egoya bağlısın. Birilerine “ihsanlarda bulunmaya”, onları kendi gücün ve zenginliğinle etkilemeye, kendine bağlamaya muhtaçsın. Ben sana muhtaç değilim ama sen bana muhtaçsın.
Onun için, senden istediğim ihsan budur yüce kral. Lütfen önümde mağrurca dikilerek güneşimi kapatma. Göreceksin, bu sana da iyi gelecek.