Emek Yoksa

Kişisel Gelişim

Çoğu insan kısa yoldan zengin olmayı, kolay yaşamayı bir amaç edinmiş olsa da emek harcamadan değerli bir şey elde etmek olanaksız. Gerçek anlamda bir başarı aranıyorsa, bunun yolu zahmetlere katlanmak, çaba göstermekten, emek harcamaktan geçiyor.

Emek Yoksa Kazanç da Yoktur

Ne kadar zahmetli bir dünyada yaşıyoruz. Sınav mı kazanmak istiyorsun? Zahmet edip ders çalış. İşinde başarılı mı olmak istiyorsun? Zahmet edip işinde ustalaş. Çocuk büyütmek mi istiyorsun? Zahmet edip onunla ilgilen.

Bu konu örnek cenneti adeta; her türlü örneği bulmak mümkün.

Kesin bir kural halini almış, hatta en bilindik sözlerden biridir, herkes İngilizcesini ezberlemiş: ‘No Pain No Gain’. Çevirisi: “Acı yoksa kazanç da yok.”

Kozadaki kelebek öyküsünü bilirsiniz: Kozanın içindeki kelebek erken çıksın diye kozayı erken açan hayır sahibiyle ilgili hikâye hani.

Kelebeğin tam gelişmemiş halde kozadan çıktığını görünce adam yanlış bir şey yaptığını,  o kozanın kelebeğin zahmetiyle açılması gerektiğini anlar.

Kısa yoldan zengin olmanın, “köşeyi dönmenin” makbul sayıldığı dünyada, çoğumuz kozamızı erken açmanın, gerekli olanı zahmetsizce almanın peşindeyiz.

Fotokopicide beklerken yanımda duran arkadaşın “’Savaş ve Barış’ kitabının özet fotokopisi var mı acaba?” diye sorması örneğin. Bu bile durumun vahametini anlatmaya yeterli.

Sorduğu kitap dünya edebiyatının sayılı eserlerinden biri tabii ki. İçinde edebi, sosyal, kültürel birçok ders barındıran, size, hayatınıza bir şeyler katabilecek bir kitap.

Ancak okumadan öğrenmenin, dinlemeden bilmenin, kolaycılığın peşinde koştukça yarım olmuyor muyuz diye düşünmüyor değilim.

Vakit ayırmak ve emek vermek

Ülkemizde herhangi bir konuda ustalaşmanın, yetkinleşmenin, vakit ayırmak ve emek harcamaktan geçtiğini bilmemiz gerekiyor.

Zihinsel olarak çalışmanız gereken bir konu varsa, gün içinde 4 saatlik bir zaman dilimini işinize ayırmalıymışsınız.[i]

Ama mesela bir piyanistseniz günlük 8 saate kadar çıkmalıdır diyor bilim adamları. Ayrıca fiziksel çalışma da gerektiren bir iş çünkü bu.

Aynı yazıya göre; “Charles Darwin sabahları 2 defa 90 dakikalık periyodlarla çalışır, ardından 1 saat daha çalışırdı. Matematikçi Henri Poincaré her sabah saat 10’dan öğlene kadar ve akşam saat 5 ile 7 arasında çalışırdı. Thomas Jefferson, Alice Munro, John le Carré ve bunlar gibi birçok dahi de gün içinde benzer periyodlarla çalışırlardı.”

‘Bunların benimle ne ilgisi var’ diye düşünebilirsiniz. Ama ilgisi var. Tamirci ustası olmak veya berberde zanaat öğrenmek isteyen bir çocuğun da buna uzun soluklu zaman ayırdığını unutmamak lazım.

Bu anlayış kolaycı toplumların, nüfus yoğunluklarına bakılmaksızın, diğer çalışkan toplumlardan birçok konuda ayrıldığını göstermek için önemlidir.

Mesela Almanya. Nüfus yoğunluğu görece az olsa da bu ülke çalışkanlık ve üretkenlik konusunda birçok ülkenin ilerisinde. Bu da zahmetin bir getirisi olduğuna örnektir.

Ülkemizdeki kahvelerin üretken olmaktan çok, üretkenlik hayali kuran insanlarla dolu olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde.

Emek üretkenlik ilişkisi

Üretmek, ortaya çıkarmak, zahmet ve emekten geçmekte.

Acı çekmek kavramını kendine acı çektirmek ve bundan zevk almak eğilimi ile karıştırmamak gerek. O acıdan bahsetmiyorum. Çalışırken ortaya çıkan zorluğun hem bir getirisi olduğunu, hem de insan karakterine bir şeyler kattığını düşünüyorum.

Koşullardan şikâyet etmeden amacı yerine getirmekten ve bunu bir fırsata dönüştürmekten bahsediyorum.

Aynı durum, çektiğimiz sıkıntılarla da bağlantılıdır. Size olumsuz davranan insanlar konusunda, sosyal hayatınızda, insan ilişkilerinin getirdiği zorluklarda da benzer bir durum vardır. Ancak bu zorluklara dayanarak, zahmet göstererek bir şeyler öğrenebiliriz.

Çektiğimiz acılar derken; örnekleri çeşitlendirelim:

Evliliklerinin ilk yıllarında çocuk sahibi olamamış bir çiftin yıllar sonra çocuk sahibi olması örneğin. Çok istemelerine rağmen uzun yıllar çocuk sahibi olamamanın ne kadar acı verdiğini düşünebiliyor musunuz?

Ancak bu çiftin bu zorlu süreci evliliklerindeki gedikleri kapatmak için bir fırsat olarak gördüklerini düşünün. Bir bebekleri olana kadar çektikleri acı ve zahmet aracılığıyla evliliklerinde olgunlaştıklarını düşünün.

Öğretmenlerimiz: Acı, zahmet, emek

Kutsal Kitap bu duruma “ateşten geçmek” diyor. Yanmak, ancak pişmek için yanmak.

Nerede olursa olsun çekilen acının ve zahmetin bizi pişirip olgunlaştırması için yol aramak, dayanmak, beklemek gerektiğini düşünüyorum.

Değişimin ve gelişimin nerede yattığını kendinize soruyorsunuz değil mi?

Değişim, zahmet göstermek ve buna dayanmaktan geçiyor.

Bu yüzden zahmetin, azmin olduğu her yerde odaklanmış, yapmaya niyetli, vazgeçmek konusunda isteksiz insanlar görürsünüz.

Bir amacın peşinde izlenen yol buradan geçiyor.

Acılarımızı ve zahmetlerimizi birer alet olarak kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.

İmrendiğimiz, örnek aldığımız insanlar böyle yaşıyorlar.

Ve onların ortak yönü şu gerçeği iyi bilmeleri: sevinç ve kazanç uğruna çekilen acılar, zahmetler değerlidir. Bunun değerini ancak elimize ekmek, mutluluk, sevinç, dostluk, ücret vb… olarak geçtiğinde anlıyoruz.

[i] https://www.theguardian.com/lifeandstyle/2017/aug/11/oliver-burkeman-four-hour-working-day


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir