Aspirin

İnanç
Sosyal Medya

Sürekli aspirin kullanan, aspirinin kendisine zindelik verdiğini düşünen, kırkından sonra her gün bir aspirin içmenin insanı beyin kanaması, kalp krizi gibi risklerden uzak tuttuğunu ballandıra ballandıra anlatan bir arkadaşımın yanında oturuyordum. Ben de bu beyaz hapın yararlarını,  “vaay be” diyerek, gözlerimi hayretle açarak dinliyordum ki, televizyondan o anda bir mucize gibi gelen anonsla ikimiz de kala kaldık.

“Kendini şuradan at” deseler atar mısın?

Yukarıdaki cümle çocukluğunuzun bir anında ya size söylendi ya da başkasına söylenirken duydunuz.

Belki de bu soru, sitenin duvarından taş aşırtmaya çalışırken birinin kafasını yaran afacanların, birbirleri için söyledikleri şu sözlerden sonra geldi:

-…Ama bana taşı atmamı o söyledi!

Evet, bu savunmanın ardından gelecek neredeyse kaçınılmaz soruyu herkes bilir: “Peki, o sana kendini şuradan at dese, atacak mısın?”

Kimin gerçeğini yaşıyoruz?

Genelde birisinden duymuş, ötekinin söylediğine inanmış, başkasının “gerçeğine” kanmış insanların, hiç sorgulamadan, kendilerine söylenen yoldan gidiyor olmaları bana o kadar garip geliyor ki.

Gerçeği hiç araştırmadan, sırf başkası söyledi diye kabul etmek en masum ifadeyle mantıksızdır.

– Nereden biliyorsun?

– O söyledi.

Sözel edebiyat, yazılı edebiyattan daha yaygındır ve bizler söylenenlere yazılanlardan daha çok güveniriz. Çünkü bu bizi açıp okuma, öğrenme güçlüğünden kurtarıyor.

Sürekli aspirin kullanan, aspirinin kendisine zindelik verdiğini düşünen, kırkından sonra her gün bir aspirin içmenin insanı beyin kanaması, kalp krizi gibi risklerden uzak tuttuğunu ballandıra ballandıra anlatan bir arkadaşımın yanında oturuyordum. Ben de bu beyaz hapın yararlarını,  “vaay be” diyerek, gözlerimi hayretle açarak dinliyordum ki, televizyondan o anda bir mucize gibi gelen anonsla ikimiz de kala kaldık.

Televizyondaki doktor, “Aspirin doktor kontrolü olmadan kullanılmaz. Kullanırsanız hastalığı önlemez, aksine riski arttırmış ve başka sorunlara davetiye çıkarmış olursunuz” diyordu.

Arkadaşımın suratındaki ifadeyi görmenizi isterdim. Çünkü o da kırkından sonra yıllarca aspirin kullanan ve geçen yıl bir anda ortaya çıkan sağlık sorunları yüzünden hayata gözlerini yuman babasından almış bu tavsiyeyi.

Bir yalanı yeterince uzun süre söylerseniz eninde sonunda “gerçek” oluyor değil mi?

Yukarıda bahsettiğim durum, ölümümüze sebep olacağını bilsek de, doğru bilgiye duyum yoluyla ulaşmaya çalışmak konusunda en bilindik örnek.

Bir de etrafımızda birilerinden duyduğumuz binlerce kavram için aynı şeyi düşünürsek; aslında ne kadar az şeyi doğru olarak bildiğimiz ortaya çıkar.

Uzun zaman önce önemli saydığım birisinin ağzından çıkan şu soru beni bayağı terletmişti:

-Bir gün Yaratıcı’nın önüne çıktığında ve O sana, “Beni neden arayıp bulmadın?” diye sorduğunda “Bana ne söylendiyse onu yaptım” mı diyeceksin?

Bunu duyduğumda çok korktum. Aslında Tanrı’yı arayıp bulacak olan biz değiliz. Böyle bir yetimiz yok. Tersine O bizi, deyiş yerindeyse, “arayıp buluyor”. Bunu biliyorum ama arkadaşımın sözleri, başka bir açıdan yine de düşündürücüydü. Doğru saydığımız şeylerin bize başka insanlar tarafından dikte edilmiş “gerçekler” olması ve bizim de bunları sorgulamadan kabul etmemiz, asıl gerçeğe kulaklarımızı ve yüreklerimizi kapatmamıza yol açıyordu çünkü.

İnsanlık, tıpkı, tembel arkadaşından medet umarak onun sınav kağıdından kopya çekmeye çalışan daha tembel bir öğrenciye benziyor. Öğretmenin sorusu basit: “Onun doğru yaptığını nereden biliyorsun? O bir uçurumdan atlasa, sen de atlayacak mısın?”

Gerçeğe açık olmak bir lüks değildir, bir ihtiyaçtır! Hatta, er ya da geç yaratıcımızın önüne çıkacak olan bizler için ihtiyaçtan da öte, ölüm kalım meselesidir.

Bu, Japonya’da doğduğu için Şintoist, Hindistan’da doğduğu için Hindu ya da Budist olan, Orta Asya’da doğup Şamanist olan, sırf Hristiyan bir ailede dünyaya geldiği için kendini Hristiyan olarak tanımlayan …..  herkes için geçerlidir.

İnsanın yaşadığı toprak, ailesi, sosyal çevresi, yani kendisine söylenenler o kişinin inancını belirleyemez, belirlememeli.

Yukarıda saydığım listedeki ilk iki inanca mensup kişilerin sayıları birkaç milyarı buluyor. Ve senin belki de “Tahtaya taşa nasıl tapıyor bu adam?” dediğin kişilerin sayısı 300 milyonu aşıyor. Bu durumda insan çokluğunun (çoğunluğun) arkasına sığınmak da pek akıllıca değil. “Bu kadar insan yanlış mı biliyor?” sorusuna verilecek cevap basit: “Ne kadar çok insanın yanlışın peşinden koştuğunu bilsen şaşırırsın!”

Yaratıcınız sizi gerçeğe açık olmaya davet ediyor. İsa, “Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak dedi (Yuhanna 8:31).

Peki, siz gerçeğe açık mısınız? Yoksa yanınızdaki arkadaşınızdan kopya mı çekiyorsunuz? Yaradan’ın karşısında “Bunu bana o yaptırdı” diyemeyeceğiniz gerçeğini umuyorum şimdi kavrayabilmişsinizdir.

İsa Mesih’in bütün dünyaya söylediği bir sözü var. İsa, “Yol, gerçek ve yaşam Ben’im” dedi. “Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez” (Yuhanna 4:16).

Bu söz dünya üzerinde gerçeğe açık olan insanlar için söylenmiştir.

“Hangi yol?” diye soruyorsanız, İsa Mesih’in bu sözü, sizin için, araştırılması gereken önemli bir iddiadır. Gerçeği sadece sorarak veya sadece kendi bildiğinizi okuyarak öğrenemezsiniz. İsa hakkında binlerce yalan, söylenti ve efsane duyacaksınız ya da duymuşsunuzdur. Bunlar kitap olsa yazılmış en kalın kitap olurdu. İsa Mesih’in gerçeğe açık olmamız konusuna özel bir vurgu yapmasının nedeni bu olsa gerek. Tek gerçek Tanrı, kendini insana Söz’üyle açıklar ve bu Söz O’nu anlamamız için bize bilgelik vermek konusunda isteklidir.

Bu sözler sizi de Mesih İsa’nın gerçeğine açık olmaya davet ediyor. Özgür bırakan gerçeğe, başkasının “gerçek” diyerek dikte ettiği şeye değil, sizin gerçeğinize.

Bu gün bir aspirin almadan uyuyun bence.


Sosyal Medya
Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir