Dünya görüşümüz ne olursa olsun, her birey, toplumu insanlığın ayrılmaz bir parçası olarak görür. Bizler sosyal varlıklarız- aile, arkadaşlar, takımlar, kabileler, vb… Topluluk olmak Hristiyanlığın da temelinde vardır—öyle ki bireysel kimlik toplumsal kimlikten ayrı görülmez.
Öykümüzün merkezinde ‘Topluluk’ var
Kutsal Kitap’ın ilk bölümü olan Yaratılış kitabı, topluluk ile ilgili Hristiyan görüşünü açıkça belirtir. İnsanlar Tanrı’yla ve birbirleriyle ilişki halinde olacak şekilde yaratılmışlardır (Yaratılış 1:26; 2:18; 3:18). Tanrı’nın kişiliğinin temelinde de ilişki yatar ve ilahi üçlü birlik şeklinde kendini gösterir (Matta 3:16; 28:19). Fay hattı diye nitelendirebileceğimiz günah kavramı bile bu konuyla bağlantılıdır. Kutsal Kitap’a göre Âdem ile Havva, daha bağımsız olabilmek adına Tanrı’nın öğüdünü reddederek ilahi ilişkiyi baltalamışlardı. İlk günah, ya da bütün günahların kaynağı olan davranış buydu (Yaratılış 3). Sonuç olarak insanoğlu Tanrı’nın huzurundan uzaklaşarak, kendini ve toplumu merkeze alan bir duruma düştü.
Varlık amacımız topluluk içinde gerçekleşir
Hristiyanlar her insanın bir amacı ve bu amacın merkezinde de ilahi bir çağrı -ya da uğraşlarımız- olduğuna inanırlar. Uğraş terimi sadece iş ya da kariyerle sınırlı değildir: Ailemizden arkadaşlarımıza, vatandaş olarak ekonomik ve politik sorumluluklarımıza kadar hayatımızın her alanını kapsar.
Tanrı bizi kendi suretinde yarattığı zaman (Yaratılış 1:27) zaten O’nun gözünde bizim çağrımız belirlenmişti. Özellikle de şu sözleriyle: ‘Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın’ (1:28) ve ‘Ancak herkes Rab’bin kendisi için belirlediği duruma uygun biçimde, Tanrı’dan aldığı çağrıya göre yaşasın’ (1. Korintliler 7:17). Her birey Tanrı’nın sureti olarak yeryüzünde O’nun ışığını yansıtabilmek için, içinde bulunduğu çeşitli topluluklara yeteneği, kişiliği, zekâsı ve diğer olanakları ölçüsünde katkıda bulunur. Bu katkılar, örneğin evlilik, aile, komşuluk, arkadaşlık gibi alanlarda gerçekleşir.
Hristiyanlar olarak asıl amacımızın bireycilik değil, diğer insanları, başka bir deyişle “komşumuzu” sevmemiz ve saymamız olduğunu bilmeliyiz (Matta 22:37-40). Tanrı’nın yaratılışın başından beri istediği de budur. Ayrıca “komşu” terimi, aralarında bulunduğumuz insanlar grubundan çok daha fazla şeyi kapsar. Örneğin ihtiyaç içinde olan kişiler, ya da günlük yaşamımızda uzak durmak istediğimiz, hoşlanmadığımız insanlar da bizim komşularımızdır (Luka 10:29).
Tanrı’nın Egemenliği
Kutsal Kitap’a göre, insanlar Tanrı’nın iradesi uyarınca topluluklar kurmaya istekli olsalar da, günah her zaman onların önünde aşılması gereken bir engel olarak kaldı. Maalesef, günah insanların kendi kişisel hırslarını, toplumun ihtiyaçlarının üzerinde tutmalarına sebep olur. Ölümü ve dirilişiyle insan ve Tanrı arasındaki bağları güçlendiren ve toplulukları tekrar canlandıran İsa Mesih oldu. O bunu önce Tanrı’yla insan arasındaki kırılmış ilişkiyi, sonra da insanların birbirleriyle ilişkilerini onararak yaptı. İsa Mesih’in dünyaya gelişi “Tanrı Egemenliği”ni başlatan olaydı.
İsa Mesih, bu terimi İncil’de kendisinin dünyadaki işlerini anlatan dört kitapta 80 defadan fazla kullanır. Onu kullanmaktaki amacını da belirtir:
“‘Öbür kentlerde de Tanrı’nın Egemenliği’yle ilgili Müjde’yi yaymam gerek’ dedi. ‘Çünkü bunun için gönderildim’”
(Luka 4:43).
Tanrı Egemenliği, yaratılışın, ideal şekline doğru gelişim ve yenilenme sürecidir. Ve bu süreçte olması gereken de zulüm görenin ve ihtiyaçta olanın rahata kavuşturulmasıdır.
Tanrı Egemenliği’nin yeryüzünü tam anlamıyla kapsaması İsa Mesih’in ikinci gelişinde meydana gelecek olsa da toplumumuzun her gün yenilenip gelişmesini bu durum için bir belirti olarak görebiliriz. Hristiyanlık çerçevesinden bakınca şaşırtıcı nokta şu ki, sorun yaratan her zaman insanlar olmasına karşın, Tanrı, gelecekteki egemenliği için insanların aktif rol almasını yine de istemektedir. Bu da dünyayı değiştirebilecek ilahi fikrin bir bölümüdür.
Hristiyanların topluluk içindeki görevi, içlerinde bulundukları ve çağrılarını yerine getirdikleri toplumlara Tanrı’nın Egemenliği’ni tanıtmaktır. İnsan, yaratık ya da çevre ayırt etmeksizin Hristiyanların yaşadıkları yerlerin her köşesine getirdikleri her zaman sevgi, umut, adalet, merhamet, kucaklayıcılık, şifa ve barış olmalıdır. Bunlar Tanrı Egemenliği’nin etkileridir.
Hristiyanlık bizi sadece kiliselerimize değil, kilise dışında bir parçası olduğumuz topluluklarla da hizmete çağırıyor. Hristiyan olmak herhangi bir topluluk içinde Tanrı sevgisinin, barışının, adaletinin elçisi olmak, O’ndan kaynaklanan umudu, şifayı ve merhameti bütün dünyaya ulaştırmaktır.