Son zamanlarda aklımdaki bir soru beni derin derin düşündürüyor. Savaşları düşünüyorum. Dünyadaki savaşların insanları, toplumları, kültürleri ve diğer bütün dinamikleri nasıl topyekûn bir şekilde dönüştürdüğünü, hatta yok ettiğini. Acaba savaş görmemiş bir nesil var mıdır bu dünyada? Derinlemesine araştıramasam da, bu soruya “Hayır!” cevabını rahatlıkla verebilirim sanırım. İlk insanlar olan Adem ve Havva’nın çocukları Habil ve Kayin’den bu yana insanlık bir şekilde savaşmaya devam ediyor.
Bu yüzden cevabım net bir şekilde “Hayır!” İnsan varlığının başlangıcından bu yana irili ufaklı savaşlar, kavgalar olmuştur ve belki de her zaman da olacaktır. Kâh insan ile insan arasında kâh da devletlerle devletler arasında… Biz Habil ile Kayin’e devam edelim. Bu hikayeye kimileri “efsane” dese de aslında gerçek bir olay olma olasılığı, efsane olma olasılığından daha güçlü. Tarih bize böyle şeylerin, hatta bundan çok daha şiddetli olayların olabileceğini gösteriyor.
Hikaye ise şu; bir gün Kayin, kardeşi Habil’i kıskanır; -detaylar için Tevrat’ın Yaratılış kısmının okunmasını öneririm- bu sonucu olarak da kardeşini öldürür. Ta ilk insanın çocuklarının işlediği bu günah, bizlere şu anda yaşamakta olduğumuz dünya ile ilgili önemli bilgiler veriyor. İlk insan olarak kabul edilen Adem ve Havva’dan bu yana şu dünya, her zaman savaşlara sahne oluyor.
Yakın tarihimize bakmadan önce şu anda yaşamakta olduğumuz zaman dilimine bir göz atalım. Dünyanın çeşitli yerlerindeki savaşlarda ne kadar insanın yok olduğunu biliyor muyuz? Yok olmak derken sadece fiziksel olarak ölmeyi kastetmiyorum. Sayısız insanın evinden ve yurdundan sürülmesi, tecavüzler, okul çağındaki çocukların çocukların “çocuk asker” olarak savaşması gibi şeyleri de katıyorum bu kavramın içine… Listeyi uzatmaya kalksak onlarca olay yazabiliriz.
İkinci Dünya Savaşı
Yakın tarihe baktığımızda, İkinci Dünya Savaşı’nda, tam olarak net bir sayı verilemese de, kırk milyona yakın insanın hayatını kaybettiği düşünülmektedir. Rakamla söyleyince gerçekte uyandırması gereken etkiyi uyandırmayabilir. Ne kadar korkunç bir şey olduğunu hayâl edebilir misiniz?
Ne yazık ki, kötülük ve kötülüğün uzantısı olan sorunlar insan yaşamının ne kadar değerli olduğunu her an unutturuyor bize. Hangi savaş, hangi amaç insan hayatından değerli olabilir ki? Ama insanoğlu kendi yaşamının dahi ne kadar değerli olduğunu unutmuş olacak ki, savaşmaktan hiçbir zaman geri durmamış. Ölmüş ya da öldürmüş. Bu kadar karmaşanın ve kötülüğün içinde gerçek barışı kim savunacak?
İnsanların her biri bu kötülüğün uzantıları etrafında adeta bir esir konumundayken nasıl gerçek barışı getirip sunabilecek? Bize ne kadar değerli olduğumuzu, insan hayatında gerçek bir değişimi savaşın değil barışın yaratabileceğini hatırlatacak birisine ihtiyacımız var. Eğer biz bunu kendimiz yapamıyorsak -herhalde yapamıyoruz ki halen savaş var- çok daha kudretli bir varlık bizim için yapmak durumundadır.
Bu kudretli varlık, Tanrı’dan başkası olamaz.
Kutsal Kitap, İsa’nın, Tanrı’nın özü olmasına rağmen gerçek bir barış sağlamak amacıyla bir insan olarak dünyaya gelmeye razı olduğunu anlatır. İsa, o dönemde yaşayan insanların görmeye alışık olduğu savaş tutkunu krallar gibi değil, bir “Barış Prensi”, “Barış Kralı” olarak dünyada yaşamıştır. Krallar, savaşmak ya da bir savaşı kazandıklarını göstermek için şehirlere bir atın üstünde girerlerdi o dönemde. Eski zamanlarda bu hareketin böyle simgesel bir anlamı vardı. Bir küheylan üzerinde şehre girmek kralların sevdiği bir gurur ve büyüklük göstergesiydi. İncil’de anlatılan Kral’sa dünyanın sıradan krallarından farklıdır: İsa, barış için geldi ve bunu gösterecek şekilde, Kudüs’e bütün tevazusuyla, bir sıpa üzerinde girdi. Hristiyanlık tarihinde bu olaya “Kudüs’e görkemli giriş” adının verilmesi anlamlıdır.
Kutsal Kitap bu girişin nihai amacını açıklarken Mesih İsa’nın, insanı Tanrı ile barıştırmak için kendisini çarmıhta sunduğunu anlatır. İsa’nın sunduğu bu barış kurbanı sayesinde insan Tanrı’yla gerçek anlamda barışmanın yoluna sahip olmuştur. İncil’e göre her kim İsa’nın açtığı bu barışa inanırsa Tanrı ile de barışır, kendisi ile de. Kendisiyle ve Tanrı’yla barışık insanlar da çevrelerindeki diğer insanları bu “barış yolu”na davet edebilir. Böylelikle dünyada gerçek iyileşme ve barışın ne olduğu hakkında konuşulabilir ve gerçek bir çözümden bahsedilebilir. Kutsal Kitap şöyle söyler: “Ne mutlu barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek” (Matta 5:9). Sözü edilen bu barışı sağlamak için gereken büyük bedel ödenmiştir. Öyle ki, Habil ve Kayin’den bize miras kalan kardeş kavgasının devam etmesi için bir neden yoktur artık!