Çizgili Pijama ve Smokin

Aile Yaşamı

Aşk hakkında konuşmak bana düşmez belki, ama yine de söyleyecek bir kaç cümlem var. Neden mi bana düşmez dedim? ‘Aşk içinde yüzen’, her dem aşık kişilere sormak lazım ‘aşk’ konusunu da ondan.

‘Aklımın ermediği üç şey, anlamadığım dört şey var: kartalın gökyüzünde, yılanın kayada, geminin denizde izlediği yol ve erkeğin genç kızla tuttuğu yol.’
Özdeyişler 30-18-19

Denizin nasıl bir şey olduğunu, denizle ilişkisi yaz tatillerinde yüzmeye gitmekten ibaret olan bana mı sormak istersiniz, yoksa bir balığa mı? Ama dedim ya. Benim bile aşk hakkında söyleyeceğim birkaç şey var. Bence aşkın en büyük sorunu; süreli ve gereksiz derecede yoğun olması. Bence aşk bir – iki ay boyunca yaşanan aşırı tutku yüklemesidir.

Şimdi vereceğim bu örneği evliliği kavun zanneden bir arkadaşın, ”Neden aşık olduğum kişi ile hem evli hem mutlu olamıyorum?” sorusuna cevap olarak anlatmıştım.

Bir erkek ilk tanıştığı kıza kendini tanıtırken, tabiri caizse smokin giyer. Kadın da gece elbisesi.

Yani erkek ile kadın birbirine şirin görünmek, o kısacık yolu geçebilmek için kendilerini olmadıkları biri gibi gösterirler, karakter özelliklerini birbirlerinden gizlerler. Örneğin erkek kıyafetlerini seçer. Bir kilo parfümü üzerine boca eder ki yolda giderken çevredeki insanlar astım krizlerine girsin! Kafasına sürdüğü jöleler ile bir karayoluna asfalt çalışması yapılabilir. Ağzına senin benim para biriktirip alamayacağımız ambalajlı sakızlardan atar ki karşıdaki kişi ağız kokusundan rahatsız olmasın.

Tabii ki kadının durumu da aynıdır. O da Oscar ödül törenine gider gibi gelir ilk buluşmaya. Ya da ilkbahar yaz modasını o belirliyormuş da bütün modacılar kendisini İnstagram’dan takip ediyormuş gibi.

Ondan sonra ne mi olur? Ondan sonraki bir yıl boyunca birbirlerini hep bu “kostümlerin” içinde görürler. Oğlan Türkçeyi haber spikerleri kadar düzgün konuşuyor, kız her cümleye serpiştirdiği yabancı kelimelerle İngilizcesini konuşturuyordur mesela bu evrede.

Bir yıl içinde (hatta çoğu durumda 3 ilâ 6 ay arasında) o şiveler arada bozulmaya,  erkek o “smokinli” asilzade halinden çıkmaya başlar. Kızın da arada bir kirpikleri düşer, fönü bozulur, fondöteni akar ama her ikisi de içinde yaşadıkları “kostümleri” tamamen terk etmemişlerdir henüz.

İşte aşk, o dönemin favori duygusudur. “Onun için dünyayı yakarım, annemi babamı karşıma alırım”, “Sen benim her şeyimsin”, favori cümlelerdir. Birinden bu cümleleri duyduysanız olası iki seçenek var. Ya bu çift ayrılacak ve karşıdaki kişi beddua edilen, kötü sözlerle anılan birine dönüşecek; ya da evlenilecek. İlk durumda erkek veya kız başkalarını bulup silsileyi yukarıda saydığım sıra ile devam ettirecek. Tabii kostümleri değiştirmeden.

Evlenilirse, “Evlenmeden önce böyle değildi, çok değişti” süreci başlayacak. Çünkü erkek evlilik rahatlığına girince smokin yerine çekecek çizgili pijamayı, kadın da takma kirpikleri, takma saçları, gece kıyafetini çıkarıp takacak bigudileri; ve böylece, “çok değişti” sürecine girilmiş olacak. O saatlerce süren, telefonu ‘sen kapat, hayır sen kapat, yok sen kapat’ fasılları olmayacak artık. Adam bir daha yağmurda saatlerce yürüyüp, şehri bir ucundan diğerine su samuruna dönmüş bir şekilde kat edip kıza çiçek getirmeyecek.

Gecenin üçünde ‘Sana ölesiye aşığım, sensiz gözüme uyku girmiyor’ aramaları olmayacak. Onun yerine horuldayan, kanepede oturup ‘yarın ne yapayım’ diye düşünen, yatakta arkasını dönüp uyuyan, kapıdan içeri girer girmez yüzüne bakmadan ‘Açım! Yemek var mı?’ diyen bir kadın/erkek olacak.

Sizce neden “Canımdan çok seviyorum” dediği, adının baş harflerini koluna yazdığı karısını döven adamlar, onca aşk sözüne rağmen sonunda birbirini aldatan eşler görüyoruz?

Aşkın geçici ama sevginin kalıcı olduğunu kavradığımızda aşık olmaktan çok sevmek gerektiğini anlayacağız. Eğer severseniz, değiştiğinde de seversiniz. Eğer severseniz farklılıklarını da seversiniz, kötü yanları size beraber aşacağınız tatlı zorluklar olarak gelir. Eğer severseniz üzerinden o smokini/elbiseyi çıkardığında ve gerçek karakteriyle karşılaştığınızda da seversiniz. Karı koca arasındaki bu ideal sevginin formülünü Kutsal Kitap’ta bulmak mümkün. Efeslilere Mektup’ta, Hristiyanlara, eşlerini Mesih’in Kilise’yi sevdiği gibi sevmeleri öğütleniyor (Efesliler 5:25). Bu aslında, fedakârlık, adanmışlık, anlayış, ilgi ve sadakat demek.

Aşk ve sevgi farklı duygulardır ama birbirlerini tamamladıkları durumlar da vardır.  Böyle durumlarda aşk ve sevgi, inşaatı tamamlanmamış bir köprünün henüz birleşmemiş iki yakasına benzetilebilir.  Aşk sizi köprünün yarısına kadar götürür ancak sevgi köprünün diğer yarısını size yaptırır, emek harcatır. Köprü bitince de sevgi yolunu kullanırsınız. Çoğu kişi o köprüyü tamamlamadan aşkın verdiği hızla karşı yakaya zıplayarak geçmeye çalışıyor. Ondandır o yoldan geçerken aşağıya düşüp “boğulan” bir sürü insan olması.

Sevgi kalıcıdır, aşksa geçici. O nedenle müşterek bir hayat kurmak için aşk denen ruh haline değil, sevgiye odaklanmak gerek. Hayatınızı, gerçekten sevdiğiniz kişi ile kurun. Sadece aşık olduğunuz, ama aslında sevmediğiniz kişi ile ömür geçmiyor.

Ben de bunu smokinli bir arkadaştan duydum, yoksa benim böyle bir sorunum yok!


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir