Ev Alma Komşu Al

Sosyal Yaşam

“Ev alma komşu al” sözünü herkes bilir. Dünyanın en lüks, en pahalı evini de satın alsa insan, eğer sosyal çevre uyumsuz insanlardan oluşuyorsa ya da kişiyi tedirgin eden bir takım olaylar sık sık gerçekleşiyorsa, o evin değeri ne olursa olsun içinde mutlu olamayız. Yaşadığımız yeri yaşanılır kılan, çevremizdeki insanlardır aslında. Yani komşulardır. Dolayısıyla, atasözünde dendiği gibi, komşu “almaya” bak, yani iyi komşuların olsun, onlarla iyi ilişkiler kur.

Komşu bizim dünyayı paylaştığımız insandır. Akrabamız veya kardeşimiz değildir, ama yeri gelir arkadaşımızdan daha yakın olur. Şarkıdaki gibi, bazen sesini “kardeşin duymaz”, el oğlu dediğin komşun duyar. Her şeyden önce, yakınındadır da ondan. Komşu, yeri geldiğinde “Külüne muhtaç” olduğumuz kişidir. Tanrı korusun, aniden bir rahatsızlık geçirdiğinizi düşünün. Anne babanızdan, eşinizden, çocuklarınızdan önce yardımınıza yetişen kişi, çoğu zaman komşunuz olacaktır.

Ona olan ihtiyacımız her zaman bu kadar kritik önemde olmayabilir. Zaten “Komşu komşunun ‘külüne’ muhtaçtır” sözü de tam olarak bunu anlatıyor. Bu sözle, ilk bakışta pek de ihtiyacımız olmayacak konularda bile, komşumuzun yardım eline muhtaç olduğumuz anlatılıyor. Öyle ya, “Kül, ne işe yarar ki?”  diye düşünebiliriz. “Neden komşumun külüne ihtiyacım olsun?”

Eh, bu sorunun en düz cevabı şöyle bir şey olabilir: Eski zamanlarda, çamaşır deterjanlarının henüz ortalarda olmadığı dönemlerde çamaşırlar küllü suda beyazlatılırmış ve belki de bu sözün kökeninde bu eski uygulama vardır.

Günümüzde külle çamaşır yıkama adeti bütünüyle ortadan kalkmış olsa bile, komşularımız hâlâ varlar (çok şükür ki öyle). Onlara olan ihtiyacımız da en az külle çamaşır yıkanan eski zamanlarda olduğu kadar fazla.

“Eğer sizde varsa annem bir bardak zeytinyağı istiyor!”

“Komşu, söylemesi ayıp, yaprak sarması yapıyorum da. Bir bardak kadar pirincin var mı?”

“Köfte için bayat ekmeğin var mıydı komşum?”

“Misafir geldi de! Evde de şeker kalmamış!”

Komşuların birbirine yönelttikleri bu tür kapı önü ricaları, kül suyuyla çamaşır yıkama yöntemi gibi belki de çoktan tarih oldu, ama bundan yirmi otuz yıl öncesine kadar mahallelerde, apartman dairelerinin kapı önlerinde bu tür “alışverişlere” çok rastlanırdı buralarda. İnsanlar şu veya bu nedenden dolayı (bazen parasal nedenlerle, bazen de sadece aceleleri olduğu için) komşularından böyle isteklerde sık sık bulunurdu. Çünkü iki taraf da bilirdi ki benzer bir istek de o komşumuzdan bize gelecek ve biz de bütün cömertliğimizle komşumuzun istediği küçük desteği ona sağlayacağız.

İncil’de komşu kavramı son derece önemle vurgulanıyor. O kadar ki, Tanrı “Komşunu seveceksin” diye emir veriyor insanlara. Hem de “kendin gibi seveceksin!” Biraz zor görünüyor değil mi? Hatta kimilerine göre, belki de, “sağduyuya aykırı”. Ama evet, Hristiyan Kutsal Kitabı’nda yazan, budur. Daha da ileri giderek şunu da ekleyebiliriz: İsa, Tanrı sevgisiyle komşu sevgisini neredeyse eşitleyecek şekilde konuşuyor, daha doğrusu komşu sevgisinin, dindar bir kişideki Tanrı sevgisinin göstergesi olduğunu öğretiyor. Bu konuyla ilgili anlattığı “İyi Samiriyeli”  öyküsü çok ünlüdür (Luka 10:25-37). Bu öykünün temelinde komşumuzun bizim için aslında “öteki” olan kişi olduğu, ama iyi bir komşunun bize en yakınımızdaki kişiden, akrabamızdan, hatta aile fertlerimizden bile daha içten, daha dostça, daha şefkatli davranabileceği gerçeği var. Hatta davranması gerektiği: “Komşu” adına yakışan davranışın bu, gerçek komşunun da böyle davranan kişi olduğu.

İyi bir komşunun sadece varlığı bile önemlidir. ‘Evde bir nefes olsun, yeter’ denir ya, işte aynen öyle: Üst katta, yan dairede, tanıdığımız, merdivende karşılaştığımızda selamlaştığımız, birbirimize gülümsediğimiz, hele de “mümkünse” birbirimizi adlarımızla tanıdığımız bir komşumuzun olduğunu bilmek harikadır. Bu, insana güven ve huzur verir.

Çoğu zaman bunun kıymetini pek bilmiyoruz ama bu bir nimettir. Evet, iyi bir komşu büyük bir nimet, bir bereket vesilesidir. İyi bir komşumuz varsa daha zenginizdir!  Yeri gelir, bir tek komşu bile hayatımızdan ağır yükleri, başımızın üzerindeki sıkıntı, bezginlik, hatta depresyon bulutlarını dağıtıverir.

“Bütün bunlar iyi güzel, itirazımız da yok. Ama ‘komşu almak’ ne demektir? Nasıl bir şeydir?” diye düşünüyor olabilirsiniz. “Komşularımızın nasıl insanlar olacağı bizim elimizde olmadığına göre, iyi bir komşumuz olması için yapabileceğimiz bir şey de yok gibi görünüyor!” diyebilirsiniz. Ama acaba gerçekten de komşularımızın nasıl kişiler olacağı bize bağlı değil mi?  İyi komşularımız olması için bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu?

Belki de vardır. Belki merdivende karşılaştığımız ve bize selam vermeyen (hatta bazen özellikle somurtuyor izlenimine kapıldığımız) kişiye ilk selamı biz verebiliriz. İlk gülümseme ve ilk “günaydın!” dileği, ilk “merhaba” bizden gelebilir. Belki ‘komşu alma’nın yolu budur. Belki ‘komşu almak’ için gereken tek şey, karşımızdaki kişiden daha hızlı davranıp, önce “komşu olmak”tır. Çok çok büyük bir olasılıkla, gülümsememiz karşılıksız kalmayacaktır.


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir