Günahsız Olan İlk Taşı Atsın

İnanç

Bir sabah vakti, bilge bir adam, çevresinde toplanmış kalabalık bir halk topluluğuyla sohbet ediyordu. İnsanlar onun yaşamla ilgili güzel sözlerini dinlemekten, umut dolu, rahatlatıcı sesini duymaktan zevk alırlar, onu dinlemek için sık sık yanına giderlerdi. Konuştuğu herkese karşı içten bir sevgi besleyen biriydi bu adam. Sevgi sözcüğü sık sık kötüye kullanılır.

Birçok duygu ve dürtüye, hiç de hak etmedikleri halde ‘sevgi’ adı verilir. Ama bu adamın gözlerine bakan, sesini duyan herkes, onun sevgisinin sahte olmadığından emin olabilirdi. Ondan nefret edenler bile bu adamın garip, anlaşılmaz bir biçimde kendilerini sevdiğini hissedebilirlerdi.

Gerçek sevgi…

Yani sözde kalmayan, eylemlerle varlığını kanıtlayan sevgi.  Merhamet ve şefkatle, “iyiliğini isteme”, “özveride bulunma” davranışıyla kendisini gösteren bir yakınlık duygusu. Bilgenin etrafında toplanan insanların her biri, bu sevginin genel bir fikir ya da kitabi bir laf olmadığını, bizzat kendilerine yönelik olduğunu rahatça hissedebiliyorlardı. “Bu adam beni seviyor” diyebiliyorlardı. “Beni, yani Falanca’yı… Acılarım onun için önemli ve anlamlıdır. İlk kez karşılaştığımız halde, bakışından, sesinden, sözlerinin içtenliğinden rahatlıkla anlayabiliyorum ki bu adam beni, en yakınlarımın sevdiği kadar özel bir biçimde ve içtenlikle seviyor. Ben ona karşı aynı duyguları hissetmediğim ve o bunu pekâlâ bildiği halde.”

Bilge kişi, Tanrı’nın kötülükten nefret ettiğini bilirdi ve kimseye sahte bir umut vermeyecek kadar dürüst bir adamdı. Uyarı yapması gereken yerde bunu yapmaktan çekinmezdi. Ama yine aynı nedenle, dürüst bir adam olduğu için, eğer umut dolu sözler söylüyorsa, vaatlerde bulunuyorsa, bu vaatlere kesinlikle inanabilirdi insanlar. Bu adam yalan söyleyemezdi çünkü. Yapamayacağı, yapmayacağı bir şey hakkında da asla, “Yapacağım” demezdi.

İşte bu adam oturmuş çevresindeki insanlarla sohbet eder, onlara yaşamla ilgili sözler söylerken, bir olay baş gösterdi. Sohbetin tam ortasında, öteden bir gürültü duyuldu, birkaç adam ve genç bir kadın bağırıp çağrışıyorlardı. Adamlar kadını kollarından tutmuş, zorla bilge adamın bulunduğu yere doğru sürüklemekteydiler. Kadın ağlayıp bağırarak adamların onu bırakmasını istese de adamlar öfkeli ve sertti. Meraklı kalabalığı yarıp kadını itip kakarak bilgenin önüne getirdiler. “Öğretmen” dedi içlerinden biri, öfkeli bir sesle. Nefes nefese kalmıştı. “Bu kadını zina ederken yakaladık. Töremiz gereği onu taşlayarak öldürmemiz gerekiyor. Sen ne dersin? Ne yapmamız doğru olur?” Bu soru öyle bir tarzda sorulmuştu ki, adamlar bilgeye, “Töremize uyup bu kadını acımasızca öldürmemize onay veriyor musun, yoksa töremize karşı gelerek bir asi olduğunu kabul mü ediyorsun?” diye soruyorlardı aslında.

Bilge adam bu kadını da seviyordu, kadını acımasızca öldürmek isteyen bu töre bağımlısı, öfkeli, merhametsiz adamları da.

Bir süre cevap vermedi önce. Bunun yerine, yere çömelmiş, parmağıyla toprağa bir şeyler yazıyordu. Sanki öfkeli adamların kadının yalvarışlarından etkilenmelerini, ona acımalarını bekler gibiydi. Kadına bir daha kendisini küçük düşüren böyle bir davranışta bulunmamasını öğütlesinler, pişmanlık belirtip yeni, daha saygın bir yaşama dönmesini salık versinler -ve bütün bunlar olurken yerden alıp bir ellerinde hazır tuttukları taş parçalarını bıraksınlar- diye sabırla bekler gibiydi.

Ama adamlar böyle bir şey yapmadı. “Hey, öğretmen! Sana söylüyoruz! Ne dersin? Bu kadının taşlanması caiz midir, değil midir?” diye ısrarla sormaya devam ettiler. Aralarından yaşlı olanı bilgenin parmağıyla toprağa ne yazdığını merak etmiş olacak ki, okumak istedi. Bir kutsal metin kâtibi olduğu için okuma yazmayı iyi bilirdi. Fark ettiği şey onu şaşırtmışa benziyordu ama çabuk toparlandı. Derken bilge adam, ısrarlar üzerine yavaşça ayağa kalktı. “Kadına ilk taşı, İçinizde hiç günah işlememiş olanınız atsın” dedi adamlara.

Adamlar törelerine aykırı laflar ederek halkı etkileyen bu adamın “Onu bırakın, gitsin” diyeceğini ummuşlardı. Çünkü o onlardan farklı biriydi ve farklı şeyler söylüyordu. Farklı şeyler söylüyorsa bir şekilde susturulması ya da halkın gözündeki değerinin düşürülmesi gerekirdi!  Ama bilge, verdiği bu zekice cevapla adamların planını boşa çıkarmıştı işte.  “Şimdi ne yapacağız” der gibi birbirlerine baktılar. Bu arada bilge adam tekrar yere çömeldi, kaldığı yerden, toprağa yazı yazmaya devam etti. En yaşlı kâtip, yine baktı bilgenin ne yazdığına. Sonra, diğer adamlara, kısık bir sesle, “Bırakın kadını, gidelim buradan” dedi, yarı sakin, yarı tedirgin, ama en çok, teslim olmuş bir yüz ifadesiyle. Gençlerden biri “Ama…” diyerek itiraz edecek olduysa da yaşlı adam eliyle ona ‘Sus’ işareti yaptı ve donuk bir sesle tekrarladı: “Gidelim!”

Bilge adam, başını çevirip kadına baktı. Doğrulup,

“Seni suçlayan o adamlar nerede? Hiçbiri senin aleyhine hükmetmedi mi?” diye sordu.

Az önce işkence dolu bir ölümden kurtarılmış olan kadın, heyecan ve minnettarlıkla, “Hiçbiri, efendim” diye yanıt verdi. Bunun üzerine bilge adam, babaca bir şefkatle, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Şimdi git ve bir daha böyle bir suç işleme”. Bu son söz ahlakçı bir uyarıdan çok, yeni bir hayata başlayabilmesi için kadına gereken güç ve umutla dolu bir hediye gibiydi. Kadın adama teşekkür eden gözlerle baktı. Kalabalığın arasından geçerek evine doğru yürümeye başladı. Kendisini, belki de hayatında ilk kez, özgür hissediyordu.

**
Not: Bu olay bir hikâyeden ibaret değildir. Gerçekten olmuştur. İki bin yıl kadar önce Kudüs’te meydana gelen olay İncil’de yer alır ve ‘Bilge Adam’ İsa’dır. Ancak olayın burada anlatılış biçimi İncil’de anlatılan asıl biçiminin sadece bir yorumudur. Olayın İncil’de anlatılan şekliyle nasıl meydana geldiğini merak eden okurlar, İncil’in Yuhanna bölümündeki 8:2-11 ayetlerine bakabilirler.


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir