Kır çiçekleri ve İsa

Sosyal Yaşam

Bazıları İncil’de tembelliğin ve hayalperestliğin övüldüğünü iddia ediyor. Gerekçe olarak da İsa’nın kır çiçekleri ve kuşlar ile ilgili sözlerini örnek veriyorlar. “Ne yiyip ne içeceğiz?’ diye canınız için, ‘Ne giyeceğiz?’ diye bedeniniz için kaygılanmayın” der İsa. “Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi?  Kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama bütün görkemine karşın Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi” (Mat. 6:25-29).

İsa’nın bu sözlerinin, tembelliğe onay vermek ya da hayalperestliği yüceltmek şeklinde yorumlanması isabetsiz olur. Ama burası bu cümlelerin hangi bağlamda söylendiğini, ya da onların en derin dinsel anlamlarını incelemek için uygun bir yer değil. Burada bu sözleri basit, yalın anlamları ile alalım. İlk duyuşta nasıl anlaşılıyorlarsa, ne hissettiriyorlarsa öyle. Çünkü bu cümleler birçok inançlı insanın içinde sağlam bir güven hissi ve bir sevinç kıpırtısı yaratıyor.

Ama esin verici sözlerden yararlanmak için dindar biri olmaya gerek var mı?

Bu sözleri okuyan bir masalcı, onlardan esinlenerek, kır çiçeklerinin güzelliğini kıskanıp onlar gibi giyinmek isteyen bir kralla ilgili bir masal yazamaz mı örneğin? “Ülkesindeki bütün terzilere kendisi için kır çiçeği görünümlü kaftanlar dikmelerini emreden şaşkın bir kral varmış” diye başlayan bir masal. Ya da kendisine kocaman bir ambar inşa etmeye karar veren, ama çok geçmeden bu aptalca kararı nedeniyle türdeşleri tarafından eleştirilen bir karganın öyküsü yazılamaz mı bu meselden esinlenilerek? Herhalde zavallı karganın aklı başına gelir de bu projesinden vazgeçerdi masalın sonunda.

Masal yazma yeteneğiniz varsa bunlardan daha parlak fikirler de üretebilirsiniz.  Ama böyle bir yeteneğimiz yoksa da üzülmeli miyiz? Eh, belki biraz, ama çok da değil. Çünkü masalların hikmeti, olay örgülerinden çok, içerdikleri anlamda yatar. Bizlere de İsa’nın sözlerindeki hikmetten kaynaklanan rahatlığın ve o saf, katıksız sevincin tadını çıkarmak kalır.

Ama biri çıkıp diyebilir ki, “Biz ne kır çiçeğiyiz ne de kuş! Onlar doğaları gereği ne süslenme ihtiyacı duyarlar ne de depolarda bir şeyler biriktirmeleri gerekir. Oysa biz insanız ve bizim doğamız çiçeklerin ve kargalarınkinden farklıdır.”

Acaba bu itiraz yerinde mi?

Gerçek şu ki, insanların duyduğu kaygıların büyük çoğunluğu boştur. Kaygılanmak gerçekten de bilgece bir şey değil. Bir sorunun mu var? Örneğin yeterince paran olmadığı için ‘kır zambakları’ gibi giyinemiyor ve ‘kuşlar gibi’ kolay bir biçimde karnını doyuramıyor musun? Yapman gereken en yanlış şey kaygılanmak olacaktır. Çünkü, (en azından), kaygılanırsan aklının içinde çözüm fikirleri yerine bu kaygılar dolaşacak ve sorunun çözümüne ilişkin yaratıcı fikirlere kafanda yer kalmayacak. Bu da işleri giderek daha kötü bir hale getirecek.

İyi ama kaygılanmamak elde mi? Böyle ciddi sorunlar söz konusuyken kaygılanmamak nasıl mümkün olabilir? Bunlar yerinde sorular. Cevaplarıysa, herhalde, güvenmekle ilgili olmalı. Evet, kaygılanmamayı ancak bir şeye ya da birine güvenerek başarabilirsin. Bu güveninin isabetli olup olmaması ayrı bir konu ama her hâlükârda güvenmelisin.

İsa, güvenmemiz gerekenin, ‘Göksel Babamız’, yani Tanrı olduğunu söylüyor. İncil, İsa’nın aracılığıyla tanınan Baba’nın, insanları giydireceğini ve doyuracağını söylüyor. Bu gerçeğe güvenildiği sürece. Hatta güvenmesek bile, doğduğumuz, hatta ana rahminde oluştuğumuz günden beri bizim durumumuz bu değil midir? Örneğin bugüne kadar açlıktan ölmemeyi nasıl “başardık” acaba? Kaygılanarak mı? Herhalde hayır. Çünkü, örneğin, bir bebekken, hatta çocukluğumuzun daha sonraki yılları boyunca, yemek bulma konusunda kaygılanmak aklımızın ucuna bile gelmezdi. Yani bize ve kaygılarımıza kalsaydı, çoktan ölür giderdik. Ama ölmedik. Tıpkı İsa’nın dediği gibi, kaygılanmadık ve ne açlık çektik ne de giysisiz kaldık. Büyüdüğümüzdeyse galiba bu çocuksu bilgeliği yitirdik ve bu tür şeyler için bol bol kaygılanır olduk. Ama dertlerimizin çözümünde, örneğin “açlıktan ölmememizde”, kaygılanmamızın en ufak bir yararı olmadı.

Bütün bunlar, dünyada açlık çeken, hatta giyecek elbise bulmakta zorlanan insanlar olmadığı anlamına gelmez. Onların bu durumları da bir şeyleri bizden daha kötü yaptıkları için (!) değildir elbette. Dünyadaki açlık, kıtlık ve yoksulluğun İncil’deki bu sözlerle ilgisi olmayan başka bir sebebi vardır: insanın bozulmuş doğası. Ama bu başka bir tartışma konusu.


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir