Yalnız Olmak Ya da Olmamak

Kişisel Gelişim

Yalnız olmak demek tek başına olmak demek midir? Her zaman değil. Hatta çoğu zaman “kalabalık içinde yalnızlık” dedikleri durumu yaşamışızdır. İşyerinde, okulda, caddede ya da alışveriş merkezinde, çevremiz insanlarla dolu olabilir, hatta onlarla bir şekilde konuşuyor da olabiliriz, ama yalnızızdır.Yalnızlık bazen iyi bir şeydir. Onu, geçici olması ve istediğimiz zaman içinden çıkabileceğimiz bir ”kabuk” ya da bir “oda” gibi düşünebiliriz bazen. Bazı insanlar için besleyici bir yanı vardır bu şekilde zaman zaman kendisiyle baş başa kalmanın. Biraz düşünmek,  hobilerimizle ilgilenmek ya da sadece dinlenmek için, biraz yalnız kalmak isteyebiliriz ve bu gerçekten de işe yarar.

Yalnız Olmak bir hayat tarzı mıdır?

Ama öte yandan, bu “kendine ait odamıza” çekilme seansları uzatılmamalı. Eğer bu bir hayat tarzı haline gelirse, ortada bir sorun var demektir. Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın “İnsanın yalnız olması iyi değildir” dediği yazılıdır (Yaratışlış 2:18).  Bu, ‘evlilik’ bağlamında söylenmiş bir söz olabilir ama zaten evlilik de yalnızlığın en büyük panzehiri değil mi? Tabii bundan, her insan mutlaka evlenmelidir gibi bir sonuç çıkmamalı. Ama evliliğin, hak ettiği gibi yaşanırsa, başka birçok harika yanına ek olarak yalnız olmak sorununu da büyük ölçüde ortadan kaldırdığı da bir gerçek.

İnsanlar arasındaki diğer ilişkilerde de durum budur. İnsanlar birbirine ihtiyaç duyar. Türdeşlerimizle çeşitli ilişkiler, bağlar kurmaya ve bu ilişkiler ağı içerisinde yaşamaya ihtiyacımız var.

Bu arada, hayvanlar da harika varlıklar ve onların sunduğu dostluğun tadını çıkartmak da büyük bir mutluluk. Ama hayvan dostlarımızın bizim yalnızlığımıza getirebilecekleri çözümün bir sınırı vardır. Nasıl ki evcil hayvanlarımız kendi türlerinden başka bir canlıyla karşılaştıklarında ona doğal bir ilgi ve yakınlık gösteriyorlarsa, aynı durum biz insanlar için de geçerlidir. Bu yüzden hayvan sevgisi yalnızlık için tam anlamıyla bir çözüm değildir. Bizim de kendi türümüzden varlıklarla yakın olmaya, onlarla ilgilenmeye ihtiyacımız var. Ve onlardan ilgi görmeye. “Seni anlıyorum çünkü aynısını ben de yaşıyorum” diyen bir dost, işte bu ihtiyaca cevap verir. Köpeğimiz veya kedimiz bize insanların sunamayacağı birçok harika armağan sunabilirler ama bunu galiba yapamazlar.

İnsanlarla içten ve yakın bağlar kurmak

Daha çok insan ilişkisi kurmamız, insanlarla içten ve yakın bağlar kurup bunları geliştirmemiz gerçekten de çok önemli. Ama bazen bunu yapmaktan korkabiliriz. Kabul edilmeli ki, bazen de bu korkunun haklı sebepleri olabilir. Biz insanlar birbirimize karşı her zaman çok iyi davranmıyoruz. Çeşitli kötü huylarımız var ve birbirimize zarar verebiliyoruz. Kedimiz bizi tırmalayabilir ve sokakta sevmeye çalıştığımız bir köpek tarafından ısırılabiliriz ama insanın insanda açtığı yaralar bunlardan daha derindir.

Yine de bu, insanlara karşı genel bir korku geliştirmemizi gerektirmemeli. Bu dünyayı diğer canlı türleriyle ve elbette diğer insanlarla da paylaşıyoruz ve onlardan uzak bir yaşam herhalde çok sıkıcı olurdu. Hatta belki de olanaksız.  Eğer kendimizi yalnız hissediyorsak, çoktandır görüşmediğimiz eski bir dostumuzu arayarak işe başlayabiliriz. Belki liseden, üniversiteden eski bir “kanka” ya da bir kuzen?

İsa örneği

Bazıları İsa’nın, insani düzeyde ‘yalnız’ bir adam olduğu düşünebilir. Birçok bakımdan diğer insanlardan farklı olduğu ve insanların çeşitli kötü huyları onda olmadığı için, onlarla ortak bir noktası, ortak bir sohbet konusu olmadığı sanılabilir. Ama İsa’nın onlarla paylaştığı çok önemli bir özelliği vardı: insan olması. Bu nedenle de, diğer insanlarla arasındaki önemli farklara rağmen, insanlardan kopuk, münzevi bir yaşam sürmedi.

Gerçek anlamda o hiçbir zaman yalnız değildi çünkü her zaman, ‘Babam’ dediği Tanrı ile birlikteydi. Bu ruhsal birliktelik o denli eksiksiz ve doyurucuydu ki İsa’nın kendisini yalnız hissetmesi, yalnızlığın insana verebileceği hüzün, çökkünlük gibi duygulara kapılması hiçbir zaman söz konusu bile olmadı. Evet, birçok durumda tek başınaydı ama hiçbir zaman yalnız değildi.

Dua ettiği zamanlar dışında da insanlardan ayrılıp tek başına kalmadı. Aksine, o sürekli insanlarla birlikteydi. Öğrencileriyle birlikte vakit geçirdi. Ziyaret ettiği kasaba ve köylerde de hep insanlarla bir arada olmayı tercih etti. Evlere konuk oldu, köylülerin konukseverliğini kabul etti, hastaların yanına gitti, cüzamlıların yaralarına dokundu, insanlarla Tanrı hakkında uzun uzun sohbet etti. Çünkü insandı ve herhalde her insanda çok ilginç bir yan, harika bir özellik buluyor, herkesle içtenlikle ilgileniyordu. O dünyada bulunduğu dönemde insanlarla yakından ilgilendiği gibi, daha sonra ruhsal varlığıyla bu ilgisini aynı şekilde sürdüreceğinin sözünü verdi. Nasıl ki İsa Tanrı’yla birlikte olduğu için hiçbir zaman yalnızlık çekmediyse, O’nun sözüne güvenenlerin de her zaman onunla birlikte olacağı ve asla yalnız kalmayacakları vaadinde bulundu.  Bu söz, onun sözüne inananlar için her zaman geçerli.

İlk adımı atmak

Çevremizdeki insanların çoğuyla paylaştığımız ortak ilgi alanlarımız, sohbet konularımız olmadığını düşünebiliriz. Bizi anlamadıklarını ya da ‘kafa dengimiz’ olmadıklarını düşünebiliriz. Öyle bile olsa, yine de en az bir özelliğimiz onlarla ortak: insan olmamız. Çoktandır görüşmediğimiz eski bir dostumuza bir telefon açıp ‘Sesini duyayım dedim’ demek ya da hiç tanımadığımız bir insanla sohbet başlatmak bazılarımıza ilk başta biraz zor gelebilir. Ama yine de bunu yapmak için çok iyi nedenlerimiz var. Hem belki o kişi de tam da bunu yapmak istiyordur ama ilk adımı bizim atmamızı bekliyordur.

Durum ne olursa olsun, kaybedecek bir şey yok gibi görünüyor. Aksine, dostumuzun ileride bize “İyi ki o ilk adımı atmışsın” deme olasılığı çok daha yüksek.


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir