Söz mü?

İnanç

Başka dillerde de böyle midir acaba? Türkçede ‘söz’ kelimesinin anlamlarından biri de  vaat tir. ‘Söz vermek’, ‘Sözünde durmak’, ‘Sözünün tutmak’ deyimlerinde olduğu gibi.
‘Söz ağızdan bir kere çıkar’ atasözü örneğin: ‘İnsan verdiği bir vaadi yerine getirmelidir’ anlamına geliyor. Bunu yapmayı karakter haline getirmiş insanlar için de ‘Sözü senettir’ deyimi kullanılır. Yani, sözünü tutacağına ya da borcunu ödeyeceğine ilişkin bir senet vermesine, imza atmasına gerek yoktur. O kadar dürüst biridir ki bir vaatte bulunmuşsa mutlaka yerine getirir.

Her söz bir vaat midir?

Belki de her sözün bir şekilde, bir anlamda, bir tür vaat olduğunu iddia edebiliriz. Söz en öz haliyle nedir? Karşımda duran kişiyle temas kurmak için ona gönderdiğim bir mesaj. Bir bakıma ona uzanan bir ‘iletişim eli’. Ona ‘dokunmak’. Birine söz söylüyorsam, bu onunla ilgili olduğum anlamına gelmez mi? Eskilerin ‘teveccüh’ diye bir kelimesi vardı. ‘Teveccühünüz!’ deyimi bir övgüye verilen alçakgönüllülük ifadesi olarak kullanılırdı. Ya da, ‘Allah’ın teveccühü sayesinde başardık’ gibi cümleler kurulurdu. Teveccüh, ‘yüzüne bakmak’ demektir aslında. Yüzüne birine çevirmek, ona yönelmek. Ona bakmak.

Ve bakmak her zaman bir şey söylemektir. Klasik Fars ve Osmalı şiiri gerçek sözün, dille değil bakışlarla söylenen söz olduğuna ilişkin dizelerle doludur. Mesela Nedim’in ‘İstesen bin dâstan söylersin ebrûlarla sen’ dizesi. Ebrû, “kaş” anlamına geliyor. Sadece gözlerinle, sadece bakışlarınla, hiç söz söylemeden bin tane öykü anlatabilirsin anlamına geliyor bu dize. Evet, bir insanın gözlerine her bakışımız, ona söylediğimiz bir sözdür. Karşıdaki insana bir şey söylemek, aynı zamanda ona bir söz ‘vermek’tir.

-Evet ama bu bir sözcük oyunu! Her söz vaat değildir ki! Azarlama da bir sözdür. Emir vermek de, savaş ilan etmek de!

Doğru. Ama ben burada dostça söylenmiş sözlerden bahsediyorum. Anne-babanın çocuklarına söylediği gibi, Tanrı’nın insanlara, dostların birbirine söylediği gibi sözlerden. ‘Teveccüh etmekten’.

Yüzümüzü başka tarafa dönerek değil, başka bir yere bakarak değil, tam karşımızdakine bakarak söylediğimiz sözlerden. ’Merhaba’, ‘Selam’ gibi sözlerden.

 

İnsana bakarak söylediğimiz sözler

Emir verdiğimizde, azarladığımızda, kavga ettiğimizde, karşımızdaki insana gerçekten bakmıyoruz. Birine bakmak, onu var saymayı, onun varlığına, orada olmasına önem vermeyi de gerektirir çünkü. Selam vermek, karşımızdaki varlığın bir nesne değil, benim kadar değerli bir özne olduğunu kabul etmeyi de içermez mi?

Ne demeliyiz buna? Belki de ‘Karşılaşma’ uygun kelimedir. Filozof Martin Buber’in minik ama dikkat çekici kitabı ‘Ben ve Sen’ de dediği gibi (Bu minik kitabı internette yabacı dilden okudum. Türkçeye çevrildiğini biliyorum ama baskısı çoktan tükenmiş.) ‘Karşılaşma’ kavramı, neredeyse mistik bir kavram aslında, iki varlığın birbiriyle yüz yüze gelmesi. Ve savaşmak, korkutmak, kaçırtmak için değil, anlamak, kendini anlatmak, tanışmak için bunu yapmaları.

İşte bu niyetle karşımdaki insana bakışım, Türkçedeki söz = vaat denkleminde olduğu gibi, ona bir söz vermem anlamına gelir. Onun da bana.

“Selam! Ben senin dostunum!” Bu yalnızca bugüne dair değil, geleceğe dair de bir sözdür. “Senin dostun olarak kalacağım. Sana bakmaktan, seninle ilgili olmaktan vazgeçmeyeceğim. Söz!” demektir. Birine “söz vermek”, kendimizden ve bütünlüğümüzden hiçbir şey kaybetmeden, ona kendimizi armağan etmektir bir bakıma.


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir