Paskalya Bu Kadar Gülünecek Bir Şey Mi?

İnanç

Shakespeare adlı ünlü edebiyatçının oyunları nasıl sınıflandırılır bilir misiniz? Eğer oyun bir düğün sahnesiyle bitiyorsa komedi, eğer cenaze ile bitiyorsa trajedidir. Bu demektir ki her birimizin hayatı aslında trajedi. Öyle ya, hepimizin hayatı aynı şeyle bitiyor… ve o şey… düğün değil.

Soru: Hayat nedir, komedi mi, yoksa trajedi mi?

Hayat bir kahkahadan ibaret mi diye sormuyorum? Hepimiz biliyoruz ki öyle değil. Komedi ve trajedi terimlerinin edebiyatta, tiyatroda özel anlamları vardır. Komedi demek sadece kahkahalardan oluşan bir öykü demek değildir yani. Trajedi de sadece gözyaşından ibaret bir olaylar dizisi demek değildir.

Edebiyatta “komedi” ve “trajedi” bir öykünün biçimini ifade eder. Özellikle de öykünün bitiş biçimini. Şöyle diyebiliriz: Filmlerde ‘mutlu son’ vardır ya; işte edebiyat kavramlarıyla söyleyecek olursak o tür filmlere aslında ‘komedi’ deriz. Acı sonla bitenlereyse ‘trajedi.’. Romantik komedi filmlerini hatırlayın örneğin. Filmde espriler, bomba şakalar gırla gidiyor olmayabilir. Aktörlerin hiçbiri komedyen olmayabilir. Genellikle de değildir. Ama yine de o filmler birer ‘komedidir’ Çünkü, genellikle ‘düğünle’ biterler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine derdi eskiler. Ya da daha Avrupai bir ifadeyle: “They lived happily ever after!”

Öte yandan, trajedi de baştan sona somurtuk bir öykü demek değildir. Örneğin Shakespeare’in trajedileri espriyle doludur. Gerçi bu şakalar günümüzün espri anlayışına her zaman uyuyor mu bilinmez ama trajedilerde bir “mizah” unsurunun olduğu gerçek.

Ciddi mi durmalı, gülmeli mi?

Neyse, trajedilerde şaka ve espri, komedilerde de acı ve keder bulunabilir kısaca. Aslında komedi büyük ölçüde, o “muz kabuğuna basma” anına dayalıdır diyebiliriz. Tabii onun çok daha inceltilmiş bir versiyonu söz konusudur. Yani kendini beğenmiş kişinin havasının sönmesi, ya da her şeyin yerle bir olduğu karmakarışık bir olay.

Düğün ve cenaze

Dedik ki, trajediler neşe içerebilir, komedilerde acı olabilir ama bu ikisini birbirinden ayıran unsur nasıl bittikleridir. Bir Shakespeare trajedisinin sonunda, sahnede bir ceset yığını yükselir. Bir Shakespeare komedisinin sonundaysa –hatta on dördünde de- son sahnede düğün vardır.

Durumu şu şekilde de düşünebiliriz: Bir komedi, ‘smiley’e, gülen yüz şekline benzer. Gülen bir ağızı nasıl çizersiniz? Önce aşağı iner, en dibe vurduktan sonra yukarı çıkarsınız. Önce karanlığa iner, sonra neşe ve sevince yükselirsiniz. Trajedide ise tam tersi. Önce gönenç basamaklarını tırmanırsınız. Zengin ve mutlusunuzdur. Ama sonra bir şey olur, işler tersine döner, hayat tepetaklak olur adeta.

Başta sorduğumuz soruyu tekrar soralım mı o zaman? Hayat nedir? Trajedi mi, komedi mi?

Hayat bir trajedidir!

Evet, yukarıdaki tanıma göre, hayatlarımız gerçekten de trajedi olmalı! En azından, hayatın bir anlamı olmadığını düşünen ateist bilim adamları böyle düşünüyor.

Bilimin bize gösterdiği resim… nasıl diyelim… Rahatsız edici. Uzay hakkında öğrendiklerimiz bizim sandığımızdan, daha önemsiz varlıklar olduğumuzu düşündürüyor… Ve yetmezmiş gibi, geleceğin de pek iç açıcı olmadığını düşünüyor bu bilim insanları.

Biz insanlar kozmik bir patlamadan arta kalan öte beriymişiz, önemsiz bir taş parçasına tutunmuş biyolojik birer hayatta kalma makinesiymişiz. Islak birer robottan başka bir şey değilmişiz. Anlamsız bir evrende, ebedi yok oluşa doğru doludizgin koşuyormuşuz. Ama yine de, ünlü kahve markasının çıkardığı yeni latte pek güzelmiş, hayttan zevk almanın ya da “anlamsız” hayatlarımıza kendi aklımız, fikrimiz, hayal gücümüzle anlam katmanın yollarını aramalıymışız! Geçenlerde bir kuantum fizikçisi bunları anlatıyordu televizyonda! Aslında derler ya ‘taş yerinde ağırdır’. Ateist bir filozoftan varoluş felsefesi konusunda öğüt almak istersem, bir kuantum fizikçisinin röportajını seyretmez, Jean Paul Sartre okurdum herhalde!

Vitrinlerdeki trajedi

Hayatın bir trajedi olduğu fikri, bu kasvetli öykü, bize her dergiyle, her ucuz romanla birlikte satılıyor. Ölmeden önce okumanız gereken yüz kitap; Ölmeden önce görmeniz gereken on şehir. Vesaire, vesaire. Bu bir iniş çıkış hikâyesi. Önce yukarı çıkarsın sonra aşağı inersin. Ve reklamcılar size paranızın yettiği en “yukarı” deneyimi satmak üzere prim alıyorlar; çünkü iniş yolu gerçekten de çok “aşağılara” gidiyor.

Ama Hristiyanlık farklı bir öykü anlatma cesaretini gösteriyor. Bir “komedi” olma cesaretini. Onun anlattığı öykü baş döndürücüdür ve bize ebedi bir umut kaynağı olur.

Kutsal Kitap gerçekten de bir komedi olma cesaretini gösterir

Uzak Doğu dinleri ve kimi mistik anlayışlar varlık okyanusunda eriyip yok olmaktan söz ederken, Kutsal Kitap diriliş vaadinde bulunur. Bu dünyanın, bu bedenin dirilişidir sözü edilen. Elde edilecek olan hayat bu hayattır, geri dönülecek dünya bu dünyadır. Tıpkı bir Shakespeare komedisinde olay akışının dönüm noktası gibi. Diriliş, yazarın bizim öykümüzü yazarken kurguladığı neşeli, sevinçli bir olaydır. Bizim öykümüzdür bu. İçinde yaşadığımız bu hayattır.

Yazar bizim yaşadığımız gölgeler vadisini bir cennete dönüştürür, bizi sonsuza dek yaşanacak bir huzur ve mutluluk durumuna eriştirir. Ve bu sonsuz yaşam bir düğünle tamamlanmaktadır (Vahiy 19:6-9). İsa olmaksızın bütün hayatlar bir cenaze töreniyle noktalanır. Ama İsa ile, asla sonu gelmeyen bir düğün şölenidir yaşanacak olan.

Evet Kutsal Kitap, bir trajedi değil bir komedidir bu bakımdan; ve merkezinde de Paskalya vardır. Yani İsa’nın dirilişi.


Tagged

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir